Bir devrimin bittiği yer…
Saigon ya da diğer adı ile Ho Chi Minh City fransız Hindiçin sömürgesinin başkenti. Zaman içerisinde bağımsızlıkları için mücadele etmeye başlayan Vietnam halkı uzun seneler sonunda Fransızlar, Japonlar ve Amerikalılar ile savaşarak ülkelerini tek bir sancak altında toplamayı başarmış. Saigon ise Güney Vietnam’ın başkenti olarak Kuzey’in savaşı kazanması ile bu özelliğini kaybetmiştir. Fakat bu olay, şehrin finansal ve tarihsel öneminde hiçbir gerilemeye sebep olmamıştır
Saigon’un ismi 1975’te savaşın sona ermesinden sonra Ho Chi Minh olarak değiştirilmiş olsa da, hem ulusal hem de uluslararası, her iki ismi de yaygın olarak kullanılmaktadır.
Biz Saigon’a Nha Trang’den sabaha karşı gelmiştik. Ve sabahına Chu Chi Tünelleri ve Cao Dai Kilisesine gideceğimiz için hemen yatıp dinlendik.
Chu Chi tünellerini anlatmadan önce Vietnam – Amerikan savaşından çok kısa bir bilgi paylaşmamız gerekiyor. Vietnam İkinci dünya savaşından sonra büyük güçler tarafından kuzey ve güney olarak ayrılmış. Kuzey sosyalist, güney ise liberal bir yönetim anlayışına sahip şekilde konumlanmıştır. İlerleyen yıllarda ülkeyi birleştirmek amacıyla Kuzeyin, Güney’e savaş ilan etmesi ile Amerika da bu savaşa ortak olmuştur. Fakat esas ilginç konu ise, Amerika’nın kara mücadelesinin çoğunun aslında Güney Vietnam’daki yaban arazide geçmiş olmasıdır. Bunun sebebi; Amerika’nın çıkarmasını ülkeyi topyekün işgale sürükleyeceğini düşünen halk ve Kuzey’in bu çekinceye sahip halkı direnişe başarılı şekilde çekmesidir.
Chu Chi tünelleri de bu silahlanan milislerin oluşturduğu çok büyük bir yeraltı tünel zincirinin en iyi örneklerinden birisidir. Burada teknolojik ve lojistik açıdan dezavantajlı olan bir tarafın coğrafyayı kullanarak ne kadar farklı çözümler üretebileceğini gözlerinizle görüyorsunuz. Tünellerin içinde sürünerek ilerleyebileceğiniz gibi; Vietnamlıların orman içerisinde fark edilmesi neredeyse imkansız tuzaklarını da gözlemleme ve çalışma prensiplerini öğrenme fırsatı buluyorsunuz. Eğer silahla ateş etmeye meraklı biriyseniz tercihinize göre uzun namlulu silahlardan birisiyle ateş edebileceğiniz bir poligon da mevcut. Eşref de M16 kullanma fırsatını kaçırmadı.
Daha sonra Vietnam’daki en ilginç yerlerden birine doğru yola çıktık. Burası Kaodaizm dininin merkezi olan Cao Dai Holy See Tapınağıydı. Budizm, Konfüçyünizm ve Katolik Hristiyanlığın özelliklerini alarak kurulmuş bir din ayrıca Taoizm’deki Yin/Yang öğretisi de önemli bir temel taşı. 1926 yılında dönemin Fransız komutasında çalışan bir Vietnamlı’nın (Ngo Van Chieu) rüyasında Tanrı’nın kendisi ile konuştuğunu iddia ederek başlıyor, sonrası tanıdık ve bildik hikayeler. Yazı olarak anlatsak çok uzun sürecek bu dine ait detay bilgiyi burada bulabilirsiniz. İnternette de çok çeşitli kaynak mevcut.
Cao Dai Tapınağından sonra artık Saigon’daki ilk gecemizdeydik. Ertesi gün gideceğimiz yerler belli olduğundan onlar haricindeki yerleri haritamıza işaretleyip yola koyulduk. Öncelikle otelimizden Saigon’un ünlü marketine Ben Tahn’a doğru yola koyulduk.
Aslında geç gittiğimiz için kapandığını tahmin ediyorduk ama hafta sonu olduğu için bir umut gittik. Oraya doğru yürürken uzunca bir parkın yanında yürüyerek bir bulvarı takip ettik. Bizi etkileyen, o saatte bile grup şeklinde aktivite yapan insanları görmekti. Hele ki bir grup vardı ki; yanları açık büyükçe altıgen bir çardak düşünün; 5-6 çift romantik müzikler eşliğinde bu çardakta dans ediyorlardı. Kırk yıl düşünsek aklımıza gelmeyecek bir manzaraydı. Ben Thanh meydanına az bir mesafemiz kalmıştı ki yanımıza 8-10 yaşlarında bir kız çocuğu yanaştı. Ve kendisinin ingilizce pratiği yapmak için yardımcı olup olmayacağımızı sordu. Ufak bir duraksamadan sonra başladık konuşmaya. Bir kaç dakika sohbet ettikten sonra kendisi çok kibarca teşekkür edip annesinin yanına doğru gitti. Aklımıza bir kaç sene önce Sultanahmet meydanında yabancı zannedildiğimiz anları çağrıştırmıştı. Meydana vardığımızda, market tahmin ettiğimiz gibi kapalıydı fakat hemen yanında bir gece marketi görmemiz içimize bir nebze su serpmişti. Markette biraz dolandıktan ve meydanda oturup Saigon’daki kalabalık insan güruhunu biraz izledikten sonra belediye binasına doğru yola çıktık.
Belediye binası (City Hall) fransızlardan kalma bir bina olduğundan şehrin genel mimarisinden farklılığı hemen göze çarpıyor. Burası Saigon’un eski ticari merkezi olduğundan bu bölgede bir çok gökdelen mevcut, ünlü Bitexco Finans Gökdeleni bunların başında sayılabilir. Fakat işin güzel yanı, bu plaza haftasonları araç trafiğine kapatılıyor. Ve Saigonlular için bir çekim merkezi haline geliyor. Çok güzel restoranların yanında, atıştırmalık satan küçük dükkanlar, alışılmış olan zincir fast food markaları da var. Bizim açımızdan Vietnam’a ayak bastığımızdan beri görmediğimiz bir ortamdı. Burasını google haritalarda “Walking Street Nguyen Hue” olarak bulmanız mümkün. Kesinlikle tavsiye ediyoruz.
Ertesi gün ise rotamız Güney Vietnam eski başkanlık sarayı (Reunification Palace), Notre Dame Katedrali , Posta binası, Binh Tay marketi, Thien Hau Pagoda ve Savaş Kalıntıları (War Remnants Museum) müzesiydi.
Başkanlık sarayı, adından da anlaşılacağı üzere Güney Vietnam’ın yönetiminin merkeziymiş. Başkan ve kabineye ait ofisler, toplantı odaları, dinlenme odaları vb. yerleri görmenizin yanı sıra yeraltı sığınakları ve askeri haberleşme altyapılarını da görebiliyorsunuz. Fakat burada iki yer bizim dikkatimizi çekti. Savaşın sonlarında bu bina terkedildiği zaman Kuzey’in eline geçmesinin anısı olan iki yer var. Birisi bahçesindeki tank, savaşın sonunda bu binaya giren ilk tankmış. Ünlü fotoğrafı hatırlayanınız belki vardır.
Ayrıca başkanın ofisinden direk bağlantısı bulunan helikopter pistindeki kırmızı yazılar binanın bombalanan tek yerini gösteriyor. Aslında bombalama binanın tahliye edilmemesi için helikopter pistine yapılmış olsa da Güney kabinesi ve Amerikalı yetkililer bu saldırıdan saatler önce tahliye işlemini tamamlamış.
Notre Dame Bazilikası ve Posta binası yine Fransız döneminden kalma binalar. Her ikisi de aynı meydanda bulunuyor. Posta binasının mimarının Gustave Eiffel olduğu yönünde bir şehir efsanesi olsa da aslında mimarı Marie-Alfred Foulhoux’tur. Bina 1800’lerin sonuna doğru Fransız Hindiçin haberleşme merkezi olması amacıyla inşa edilmiştir. Bina halen postahane olarak görev yapmakta olsa bile daha çok turistik bir merkez haline gelmiş. Binanın içindeki duvarlardaki iki adet harita bulunmaktadır. Bunlardan bir tanesi “Güney Vietnam ve Kamboçya Haberleşme Hatları” diğeri ise “Saigon ve çevresi” olarak geçer.
Notre Dame Bazilikası, posta binasından bir süre önce inşaası tamamlanmıştır. Fransızların Vietnam ve Saigon üzerindeki hakimiyetlerini göstermek için inşaa ettiği bu bazilika günümüzde halen kullanılmaktadır. Eğer Avrupada katolik bir ülkeye daha önce gittiyseniz bu kilise çok etkileyici gelmeyecektir. Genel olarak sade bir mimariye sahip olan bina, tamamı tuğlalardan yapılmış olmasıyla daha önce gördüğümüz bazilikalardan bu yönüyle daha farklıydı.
Öğlen yemeğine ise “Chateau Restaurant” isminde bir mekana gittik. Burası yemyeşil bir bahçe içerisinde şehrin içerisinde adeta bir vaha gibi. Halong bay’deki teknedemizdeki akşam yemeğinden sonra bir daha görmeyi beklemediğimiz türlü şekiller verilmiş bir sunum ile şef bizi tavlamayı başardı. Öğlen yemeğini bitirip bahçeye çıktığımızda ise, karşımızda iki adet maral görmeyi hiç beklemiyorduk. Tabii Arzu’da bu anı ölümsüzleştirmeyi unutmadı.
Artık Saigon’da son saatlerimize girmiş bulunuyorduk. Yemekten sonra ortamı koklamak için Çin mahallesindeki Binh Tay marketine kısa bir gezide bulunduk. Buranın bir diğer adı ise Çin marketi diye geçiyor. 600’den fazla dükkanı olan bu yer bizim Tahtakale’deki pasajlar ve hanların biraz daha büyük hali. Bu tarz toptancı işletmeler ve çevresini görmek bulunduğunuz coğrafyadaki gündelik yaşamı gözlemleme imkanı sunuyor. Bazı sahnelerin çok benzerlerini İstanbul’da da gördüğümüz olmuştu. Tabi burası bize nazaran biraz daha özensiz ve düzensiz.
Çin mahallesindeyken rehberimizin de yönlendirmesiyle Thien Hau Pagoda için yola koyulduk. Burası Çin deniz tanrıçası Mazu’ya adanmış bir budist tapınağı. Folklöre göre Mazu bir bulut ya da halı benzeri bir nesnenin üzerinde uçarak denizdeki gemilere bekçilik yapar ve onlara yardımcı olurmuş. Bu inanışı aktaran duvar kabartmaları da tapınağın içinde mevcut. Bu tapınağın görsel açıdan bize farklı gelen yanı ise diaroma şeklinde çatıdan yakılmış olan tütsülerdi. Bu tapınakta gezerken genelde kıyıda köşede kalmış bir çok yerde heykel vb. sanat eserleri de vardı.
En sonunda Saigon’da görülmesi gereken yerlerin başında gelen Savaş Kalıntıları Müzesi’ne (War Remnants Museum) sıra gelmişti. Öncelikle şunu yazmadan devam etmeyelim; bu müzeyi yufka yürekli insanların gezmesini tavsiye etmiyoruz. Bir çok galeri tamamen Vietnam halkının çektiği acı ve travmaları gösteriyor ve görsel içerik bir hayli fazla.
Burada çantada keklik olarak görülen bir savaşın Amerika için nasıl bir çıkmaza girdiğini belgelerle gözlemleyebiliyorsunuz. Ve her geçen gün daha da hırçınlaşan Amerikan siyasi ve askeri politikalarına şahitlik ediyorsunuz.
Bu anlatımlarımızı üzülerek detaylandırmak istiyoruz.
- Bu savaşın sonucunda 3 milyon Vietnamlı hayatını kaybetmiş, 2 milyonu ise yaralanmıştır. 300 bin kadarı ise halen listelerde kayıp olarak yer almaktadır.
- Amerika bu savaşta neredeyse hiç askeri mahkeme kurmamıştır. Vietcong ya da milislerden yakalananlar işkence ile sorgulandıktan sonra direk infaz edilmiştir. Bu tarz infazlar savaşın ilerleyen safhasında artık bir spor haline gelmiştir. (Vietnamlı esirlerin helikopterden atıldığına dair resimleri müzede görebilirsiniz.)
- Savaşın ilerleyen yıllarında bölge veya toprak ele geçiremeyen Amerikalılar düşmandaki zaiyat sayılarını göstererek propaganda malzemesi olarak kullanmıştır. Bu da cephe mantığı gözetmeyen askerlerin ahlaki denetiminin kaybolmasına yol açmış ve çok fazla sivil ölümünün önü açılmıştır. Amerikalı senatör Bob Kerrey’in 2001 yılında itiraf ettiği 15 kişilik sivil katliam, buna benzer yaşanmış olan olayların örneklerin sadece biridir.
- Yaban arazideki Vietcong direnişini kıramayan Amerikalılar bu bölgelere çok fazla miktarda fosfor bombası, napalm, zehirli gaz ve hardal gazı saldırısı düzenlemiştir. Bu uygulama 1967’deki Bertrand Russell mahkemelerinde tescillenmiştir.
- Savaştaki en kötü eylem ise portakal gazı kullanımıdır. (Agent Orange) Bu köken olarak bir pestisit fakat yoğun kullanımında biyolojik silah olarak etki ediyor. İçerik maddesi insan geninde geri döndürülemez bir mutasyona sebep oluyor. Savaşta 100 milyon litre kadar bu maddeden kullanılmış. Üstünden 30 seneden fazla geçmesine rağmen Vietnam’da halen sakat doğumların ana sebebi bu. Şu ana kadar bu maddenin 2 ila 4 milyon insanı etkilediği düşünülüyor.
Bu müzeyi bitirirken Vietnam savaşının en ünlü fotoğraflarından Phan, Thi Kim Phuc isimli kızın başrolü oynadığı, Huynh Cong Ut adlı gazeteceye Pulitzer kazandıran aşağıdaki “Napalm Girl” adlı resimle başbaşa bırakıyoruz. (Bu resmi müzede de görebilirsiniz.)